2.11.2012

Dev Hayat Hikayesi: Gel bi' konuşcaz - IV

Hafızamı biraz yokladım. En son halı sahada kendi aramızda rostasyona gittiğimizi ve kalede adam eksiği nedeniyle durak kotlu kalecimizi anımsayabiliyordum güç bela. Kafamdaki süper kalite taşlı kafamı sarmalayan tişörtümün aynadan yansıması iyice Ali Ece'liği terketmiş, Arap Bacı'lığa geçiş yapmıştı. Sağ elimle düğümü yokladım. En başından beri aklımın kıyısındaki kapıyı omuzlama eğilimimi sürekli frenliyordum. Şâyet buraya ölmem için bırakılma ihtimalim şu an için %50'ydi. Bu durumda kapıya atacağım omuz darbesinin beni kurtarma şansı olabilirdi. Daha önce Rus ruletini ancak arkadaşının ayfonundan oynamış birisi olarak bu imtihan bana ağırdı. Fakat havanın iyiden iyiye kararmasıyla birlikte seçeneklerim de 2 ye inmişti. Ya vuracaktım omzu, ya sinip bekleyecektim. Kapıya vurmam lazımdı. Başka şansım yoktu.
Deponun tam duvarlarının birleştiği köşede üstüste iki paket taşı duruyordu. her ihtimale karşı onları alıp kapının menteşe tarafına koydum. Eğer içeriye birisi girecek olursa belki alır da kafasına çakardım. Böyle bir durumda insan Vilyım Volıs kadar başkan, Oktay Mahmuti kadar taktiksel olamıyordu malesef. Dizlerimin acısını telkine telkine unutmuştum bile. Omuzlarıma son bir kalite kontrol mahiyetinde göz gezdirdim, elimle yokladım. Karşımda yaklaşık 170x70 bir kapı vardı. Gerilebilmek içinse bir 10 metre bana yetecekti. Parkur toprak ve kurumuş çimentodan oluşuyordu. Yerime geçtim. Koşacak, kapıya bir, bir buçuk metre kala kafamı eğip geri çekecek, bütün ağırlığımın omzuma binmesi içinse son anda ayaklarımı yerden kesecektim. Kapının düşmemesi halinde kendini paket taşlarının yanına atacak, anında silahlanacaktım...

Hiç yorum yok: