Tavandaki pencereden ışık vurmuyordu artık. Sadece gökyüzünden seken ışınlar aydınlatıyordu depoyu. Haliyle saat hususunda tahmin yapmak da zorlaşmıştı. Şu an ise hayatımın tahminimce bir kaç saattir yaşadığım bölümünde ilk defa bir somut sorumluluğum vardı. Kafamdaki süper kalite taşlı tişörtün yeni vizyon kazanmış hali. Mimik yaptığım, kulaklarımı oynattığım takdirde 5 dakikada bir düğümü tazelememi gerektiriyordu.
En son üniversitenin ilk yılında proje ödevi hazırlarken gerçek anlamda "Başım çatlıyor." kalıbını bahane olarak kullanmamıştım. Ama bu sefer söylerken sadece kalbimin kapakçıkları oynuyordu dudaklarım yerine. O kadar samimi bir sıkkınlık vardı ki üzerimde, bir an için çaresizliğimin dışarıdan görünüşünün, bakanda kesin merhamet uyandıracağına inanırken buldum kendimi. "Ulan.." dedim oturduğum yerden, sağ dizimin sağlam olan yarısında dirseğimin ucu dururken; "Ulan ben bir bok yedim abicim, banko çok büyük bir bok yedim." diye geçirdim içimden. Sağ elimli "eamaan" der gibi bilekten boşluğa doğru salladım. Şu an, ne tür bir bok yediysem, bedelinin bu kadarla sabit olmasını sağlamak zorundaydım.
Hayatım boyunca dakikalar benim için beşerli gruplar halindeydi. İlk defa organize olarak sürdüreceğim bir işe yelkovan tam beşliğe kafa atmadan başlayacaktım. Gün ışığını iyi kullanmam lazımdı. Şâyet buraya, ölmem için bırakılmış olmayabilirdim. Belki de kışt dediğim tavuğun sahibi kini dinmez, dini bilmez bir dalyaraktı ve tahta kapının arkasındaki yazıhanesinde ayılmamı bekliyordu. Göz ardında bıraktığım her ihtimal etimden giden parça olabilirdi. Ama bu depo gibi yerde bir gece geçirmek fikrinin ne derece parlak olduğunu kestiremiyordum. Etli kemiklisinden çok, üç harflisi beş harflisi gıcıklayacaktı içimi. Düşünmeden hareket edecek kadar gücüm yoktu. Fakat yaptığım bandaj, bir nebze de olsa aklımı çalışabilir kılmıştı...
11.28.2011
11.22.2011
Dev Hayat Hikayesi: Gel bi' konuşcaz - II
Üşümeye başlamıştım. Üstümdeki halı saha konsepti yazlıktı. İhtimallerden birisi olan -kış uykusunda dayak yemiş olmam- otomaktikman rafa kaldırılmıştı. Üşümemin sebebi ise, rutubetli depo ortamından çok kaybettiğim kandı. Bir gram sıvası kalmamış tuğla duvarlara, avcumun içini yaslıyarak zaten buz kesmiş olan ellerimden daha sıcak olduğunu da onayladım. Az önce yattığım yere gittim, dizlerimi kırmadan usulca yere oturdum. Önümdeki yer yer donmuş çimento barındıran toprak zemini dikizledim bir müddet. Az önce aynada dişlerime bakmadığımı farketmiştim. Aslında en korktuğum kısım buydu. Ya dişlerim kırıldıysa? Düşmanımın karşısına bile çıkamayacak şekilde özgüvenimi yitirirdim. Korkarak sol elimin işaret parmağını ağzıma doğru götürdüm. Parmak ucum dudaklarıma destek veren üst ve alt dişlerimle bulumuştu. Tam olup olmadıklarını yokladım. Tamlardı. Köpek dişlerim, azı dişlerim. Onlar da tamdı. Gidene lanet etmekten daha cazip gelmişti o anlık dişlerimin sağlam olması. İçimden, "ulan" dedim, "hangi gerizekalının işiyse". Düşündükçe, kaşlarımı kaldırıyor, mimik yaparken, böyle bir durumda bile kendi sıhhatime en ufak bir jest yapamıyordum. Tişörtümü çıkardım. Arkadaştan geri getirmek üzere, 'dışarısı tişörtü' olarak üzerime geçirdiğim Absolut Joy marka, süper kalite taşlı tişört, şu an kendime dahi yapamadığım bir iyiliğe vesile olacaktı. Bel bölgesindeki teğelli yerinden dişlerimle küçük bir kesik attım. Bu kesikten var gücümle tişörte asıldığımda yaka kısmına kadar, amerikan bezi gibi yırtıldı. Yaka kısmını da çevresinden alarak çıkardım. Giydiğim müddetçe tırnaklarımda yerinden çıkarmaya çalıştığım minik taşlarda bir kayıp bile yoktu. Hepsi yerli yerindeydi. Tişörtü yatay şekilde 5 kez katladım. alnıma yavaşça değdirerek kafamın etrafında dolaştırdım. En uç küçük noktalardan düğümü attım. Artık kafamda, beyaz bir Ali Ece bandı vardı. Tek farkımız, benim 4 ay evvelinde kazıdığım, ve şu an olan saçlarımdı...
11.20.2011
Dev hayat hikayesi: Gel bi' konuşcaz - I
ÖNSÖZ
Gakkolar, bu maceramı artık paylaşma vakti gelmişti. Yeri gelince, episot episot gerek, çeptır çeptır, gerekse part part sizlerlen paylaşacağım. Okurken kanınız donacak, belki de heyecan kakanız gelecek. Çoluğa çocuğa okutup da, pisipisisini bozmayın. Bilgisayarınızdan yeğenlerinize KRALOYUN açarken, blogumun açık olmadığından emin olun. Yaradan sizinle olsun.
GEL Bİ' KONUŞCAZ - BÖLÜM I
Gözlerimi açtığımda depo gibi bir yerdeydim. Rahat on senesi vardı kullanılmıyordu. Çatısında güneş ışığından faydalanmak üzere doğu yönüne bakan üçgen pencereler vardı. Pencerelerin yerde oluşturduğu çizgi şeklindeki güneş yansımalarına bakarak saatin 12-1 civarı olduğunu söyleyebilirdim. Yattığım yerden doğrulmak istedim, belimdeki sinir sıkışmasıyla bu girişimimi 5 dakika kadar ertelemek durumunda kaldım. Kafamı kaldırıp etrafı iyice bir süzdüğümde derme çatma fakat hiç bir yerinden ışık sızdırmayacak şekilde sıkı sıkıya kapatılmış tahta bir kapı dikkatimi çekti. Zaten şimdilik gözüne çarpan başka bir çıkış kapısı da yoktu. Tekrar ayağa kalkmak için yeltendim. Becerdim. Ayağa kalkıp üstümün tozunu pasını elimle üstün körü silkeledim. Üzerimde arkadaştan çarptığım parlak taşlı beyaz tişört, altımda daha çok yaz aylarında yatarken giydiğim siyah penye şortum, benim olmayan biri kısa birisi uzun konç ve kırmızı Nike R10'larım vardı. Dizlerimin ikisi de saatler önce kanamayı kesmişti. Yaranın en pelte haliydi toprakla karışan. Ben kapıya doğru yürüdükçe acıyor, acıdıkça uyuşuyordu. Kapıya geldiğimde üzerinde herhangi bir kilit yoktu, kapının arkasından dalga sesleri geldiğini farkettim. Tam kapı koluna hamle yapacaktım ki kapının yanındaki kolonun hizasındaki aynadan tam anlamıyla feleğimin sikilmiş olduğunu gördüm. Kaşlarım patlamış, burnumdan rahat 2 litre kan akmış,yanaklarımsa kan çanağıydı. En çok canımı sıkan durum ise alnıma muhtemelen neşter yardımı ile atılmış birbirine paralel 3 yarık idi. "Kim yaptıysa nefesini sikeyim" diye iç geçirdim. Düşünürken istemsiz olarak kaşlarımı kaldırdığımdan, alnım kırışıyor ve yaralarım açılıyordu. Dayanılamaz bir acıydı. Bu yüzden düşünmeden hareket etmeliydim...
20 Kasım 2011
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)