Tavandaki pencereden ışık vurmuyordu artık. Sadece gökyüzünden seken ışınlar aydınlatıyordu depoyu. Haliyle saat hususunda tahmin yapmak da zorlaşmıştı. Şu an ise hayatımın tahminimce bir kaç saattir yaşadığım bölümünde ilk defa bir somut sorumluluğum vardı. Kafamdaki süper kalite taşlı tişörtün yeni vizyon kazanmış hali. Mimik yaptığım, kulaklarımı oynattığım takdirde 5 dakikada bir düğümü tazelememi gerektiriyordu.
En son üniversitenin ilk yılında proje ödevi hazırlarken gerçek anlamda "Başım çatlıyor." kalıbını bahane olarak kullanmamıştım. Ama bu sefer söylerken sadece kalbimin kapakçıkları oynuyordu dudaklarım yerine. O kadar samimi bir sıkkınlık vardı ki üzerimde, bir an için çaresizliğimin dışarıdan görünüşünün, bakanda kesin merhamet uyandıracağına inanırken buldum kendimi. "Ulan.." dedim oturduğum yerden, sağ dizimin sağlam olan yarısında dirseğimin ucu dururken; "Ulan ben bir bok yedim abicim, banko çok büyük bir bok yedim." diye geçirdim içimden. Sağ elimli "eamaan" der gibi bilekten boşluğa doğru salladım. Şu an, ne tür bir bok yediysem, bedelinin bu kadarla sabit olmasını sağlamak zorundaydım.
Hayatım boyunca dakikalar benim için beşerli gruplar halindeydi. İlk defa organize olarak sürdüreceğim bir işe yelkovan tam beşliğe kafa atmadan başlayacaktım. Gün ışığını iyi kullanmam lazımdı. Şâyet buraya, ölmem için bırakılmış olmayabilirdim. Belki de kışt dediğim tavuğun sahibi kini dinmez, dini bilmez bir dalyaraktı ve tahta kapının arkasındaki yazıhanesinde ayılmamı bekliyordu. Göz ardında bıraktığım her ihtimal etimden giden parça olabilirdi. Ama bu depo gibi yerde bir gece geçirmek fikrinin ne derece parlak olduğunu kestiremiyordum. Etli kemiklisinden çok, üç harflisi beş harflisi gıcıklayacaktı içimi. Düşünmeden hareket edecek kadar gücüm yoktu. Fakat yaptığım bandaj, bir nebze de olsa aklımı çalışabilir kılmıştı...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder